Suriye’nin Kamışlı kentinde düzenlenen “Birlik ve Ortak Tutum Konferansı”, ters orantılı biçimde, bölücü zihniyetin pervasız bir tezahürüdür. ABD ve Fransa’nın teşvik ve himayesinde, PYD ve ENKS (Kürt Ulusal Konseyi) organizasyonuyla gerçekleştirilen bu toplantı, Suriye’nin üniter yapısını hedeflemiş, ülkenin toprak bütünlüğü hilafına kararlar almıştır.
Görünürde “çözüm”, gerçekte ise vekalet savaşı mühendisliği olan bu hamle, sadece Suriye için değil, tüm bölge için bir tehdit mahiyetindedir.
Bu konferansla birlikte Suriye’de merkeziyetçi olmayan, yani üniter yapıyı dışlayan bir çözüm modeli yüksek sesle dillendirilmiştir. Bu model, yalnızca Şam yönetimini değil, Türkiye’yi de doğrudan hedef almaktadır. Çünkü Türkiye’nin güney sınırlarında oluşturulmak istenen her türlü sözde özerk yapılanma, kaçınılmaz biçimde Türkiye’nin ulusal güvenliğine kasteder. Nitekim Sayın Devlet Bahçeli’nin 29 Nisan'da yapmış olduğu yazılı açıklamasındaki ifadeleri, bu oyunun mahiyetini de, cevabını da açık biçimde ortaya koymaktadır: “Kamışlı provokasyonu pişmiş aşa su katma rezaletidir.”
Suriye Arap Cumhuriyeti yönetimi, bu konferansa sert bir dille tepki göstermiş; ülkenin birlik ve bütünlüğünün tartışmaya açılmasına müsaade etmeyeceğini ilan etmiştir. Türkiye açısından bu pozisyon, dikkatle okunmalıdır. Şam’ın, PYD/YPG gibi terör yapılanmalarına karşı geliştirdiği refleks, Ankara’nın da uzun yıllardır dile getirdiği tezlerle örtüşmektedir. Buradan hareketle, Türkiye’nin Esad rejimiyle doğrudan diplomatik ilişki kurup kurmaması meselesinden önce, aynı bölgesel kırmızı çizgilere sahip olunduğu gerçeği esas alınmalıdır.
Daha dikkat çekici olan, 10 Mart 2025 tarihinde terörist Mazlum Abdi ile Suriye Geçiş Hükûmeti’nin Başkanı Ahmet Şara arasında imzalanan mutabakatın ihlal edilmiş olmasıdır. Bu ihlal, Suriye muhalefeti içinde bile terörle mesafeli olunamadığını göstermekte, muhalefetin meşruiyetini tartışmalı hâle getirmektedir. Sayın Bahçeli’nin buradaki stratejik uyarısı nettir: Silahlı terör örgütleriyle kurulacak her tür siyasi yakınlaşma, bölgeyi barışa değil kaosa sürükler!
Bu karmaşık tabloda Türkiye’nin iç siyasetinde sergilenen tutumlar da dikkatle değerlendirilmeye muhtaçtır. DEM Parti’nin Kamışlı’daki organizasyona yönelik olumlu yaklaşımı, partinin “Türkiye partisi” iddiasıyla çelişen bir görüntü oluşturmaktadır. Sayın Devlet Bahçeli’nin bu noktadaki eleştirisi, doğrudan bir siyasi polemik değil; esasen samimiyet ve duruş çağrısıdır. Türkiye’nin bütünlüğünü hedef alan her girişime karşı, ülke içindeki tüm siyasi aktörlerin ortak ve kararlı bir duruş sergilemesi beklenir. Aksi hâlde, millî menfaatler karşısında sergilenen çelişkili yaklaşımlar, yalnızca toplumsal güveni değil, siyasal meşruiyeti de zedeler.
Bu noktada zikredilen 27 Şubat İmralı çağrısı, PKK’nın silah bırakması ve örgütsel feshi konusunda açık bir referanstır. Sayın Bahçeli, bu çağrının muhatap alınması gerektiğini belirterek, terörün lider kadrosuna sadakat gösteren yapıların da artık şartsız biçimde bu çağrıya kulak vermesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu, ne bir af teklifi ne de pazarlık çağrısıdır; bu, terörü bitirme iradesinin muhataplara son ihtarıdır.
Türkiye’nin millî güvenliği için Kamışlı’daki oyunların bozulması elzemdir. Terörle müzakere değil, çözüm odaklı stratejik netlik gereklidir. Bunun için de yumrukları sıkmak değil, ön şartsız tokalaşmak, silahı değil, sözü büyütmek lazımdır. Türkiye’nin güneyinde kurulmaya çalışılan her türlü yapay yapılanma, yalnızca haritaları değil, halkları da parçalayacaktır.
Zıt kutupları buluşturan, ön yargıları kıran, samimiyeti esas alan bir dil inşa edilmelidir. Çünkü bölgeyi bataklıktan çıkaracak olan ne Washington’dan ne Paris’ten gelecek; çözüm, Ankara’dan, Şam’dan, Bağdat’tan ve Erbil’den yükselecektir.
Türkiye’nin kırmızı çizgileri bellidir. Bu çizgiler, sadece harita sınırlarını değil, tarihî sorumluluğumuzu da belirlemektedir. Bu sınırları aşan her kim olursa olsun, Türkiye’nin cevabı net olacaktır: Birlik varsa barış vardır. Silah varsa çözüm yoktur...
Nur Tuğba Aktay'ın önceki yazıları...