Gençliğe en büyük örnek: Fatih Sultan Mehmed

A -
A +

Ne sal iledir ne mal iledir,

 

Beyim ululuk kemâl iledir...

 

 

 

Nice insanlar vardır, yolun sonuna gelmişlerdir. Hâlâ çocuktur... Nice gençler de vardır, 12 yaşına vardıklarında elli yılın birikimine tecrübesine sahip olmuşlardır...

 

Osmanlılar dünya hayatının fâniliğinin ve kısalığının idraki içerisindeydiler. Erken büyümek, erken yetişmek, olgunlaşmak ve bu cihan tarlasını alabildiğince hayırlı eserlerle doldurmak gayesinde idiler.

 

Günümüzde gençler için “durun, çocukluğunu yaşasın" denildiği zamanlarda onlar hayatın içerisine fazlasıyla atılmış bulunuyorlardı.

 

Dört yaşından itibaren ağır ağır yoğun bir eğitim hayatının içerisine giriyorlar ve yedi sene içerisinde müthiş mesafeler katediyorlardı. 11-12 yaşına giren şehzadeler Anadolu’da bir eyaletin valisi oluyorlardı. Orada merkezdekine benzer bir tarzda divana başkanlık ediyorlar ve eyaletin bütün işleri ile ilgileniyorlardı. Böylece bir taraftan çeşitli ilimlerde yetişirken diğer taraftan devlet idaresinde tecrübe kazanıyorlardı.

 

Fatih de devrin en iyi âlimlerinin elinde yetişmiştir. İlk hocası Molla Yegan’dır. Daha sonra Molla Gürani, Molla Hüsrev ve Akşemseddin hazretlerinden dersler almıştır. Matematik, geometri, tarih, hadis gibi ilimlerde çok iyi yetişti.

 

On bir yaşına geldiğinde tecrübe kazanması için kendisi Manisa sancakbeyliğine tayin edilmiştir.

 

Sancakbeyliğine getirildiği sene ağabeyi Alaaddin vefat etti ve bunun üzerine tek veliaht durumuna geldi. Büyük oğlunun vefatı üzerine büyük üzüntü yaşayan II. Murad Han saltanatı oğlu Mehmed’e terk etti ve Manisa’ya çekildi.

 

Osmanlı tahtında çocuk yaşta birinin olması sebebiyle Avrupa devletleri ülke topraklarına göz diktiler. Üst üste Haçlı Seferleri tertip ettiler. Devlet adamları bu sıkıntılı dönemlerde tahtta tecrübeli Murad Han’ı görmek istemeleri sebebiyle genç padişahın saltanatı kısa sürdü tahtı babasına terk ederek tekrar Manisa’ya döndü...

 

Şehzade Mehmed bu süre zarfında tecrübesini ve ilmini geliştirerek bu süreyi gayet verimli geçirmiştir. Babasının yanında seferlere de katılarak kumandanlık yeteneklerini ve savaş tecrübelerini geliştirdi.

 

On dokuz yaşında tahta çıkan Fatih Sultan Mehmed, otuz yıllık saltanatı sırasında zaferden zafere koştu. Genç yaşında dünyanın en büyük cihangirleri arasına girdi. Fatih denildiğinde ilk önce, bin yıldır ayakta duran Doğu Roma’nın son bulması ve İstanbul’un fethi akla gelmektedir. Bin yıllık imparatorluğun tarih sahnesinden silinmesi ile Orta Çağ'ın kapanıp Yeni Çağ'ın başlaması, Müslüman Türk devletinin, dünyanın en güçlü devletleri arasında yerini alması, hep İstanbul’un fethiyle olmuştur. II. Mehmed Han da İstanbul’un fethiyle "Fâtih" ünvânını almıştır. Osmanlı sultanları arasında bu ünvânı kullanan ikinci bir pâdişah da yoktur... 

 

Fatih İstanbul’un fethi sonrasında da sayısız zaferlere imza atmıştır. Devlet-i Aliye-i Osmâniye’nin sınırlarını her yönde genişletti. İki imparatorluk, on dört devlet ve iki yüz şehir fethetti. "Anadolu Türk Birliği"ni sağladı. Hıristiyan dünyasının, Osmanlı Türklerine karşı birleşmesini asırlarca önleyecek başarılara imza attı.

 

Bu cihangir padişah, 544 sene önce yine bir sefere çıktığında 3 Mayıs 1481 günü Gebze Hünkâr Çayırı mevkiinde hayata gözlerini yumdu...

 

 

Hayranlık uyandıran özellikler!

 

 

Otuz yıl saltanat süren Fatih Sultan Mehmed Han, orta boylu, kırmızı beyaz yüzlü, sakalları kalın, kolları kuvvetli, burnunun ucu hafif kıvrık, kuvvetli fiziki bir yapıya sahipti. Ne istediğini, bilen ve büyük işleri başaran, sabırlı bir insandı. Soğukkanlı ve cesurdu. İcabında ve bir tehlike vukuunda mağlubiyeti önlemek için ileri atılır, askeri gayrete getirirdi.

 

Din ve vicdan hürriyetine önem verirdi. Gayrimüslim halkın din ve mezheplerine asla dokunmadı, herkesi vicdani inanışında serbest bıraktı.

 

Askerî ve siyasi alanda dehaydı. Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itaatsizliği ve buna sebep olan subayları şiddetli bir şekilde cezalandırırdı. Ordusunu, plansız, düzensiz hareket ettirmezdi.

 

Seferlerden önce titizlikle hazırlanırdı. Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin zaaflarını, kuvvetini, diğer devletlerle olan münasebetlerini en ince noktasına kadar araştırır ve sefere düşmanın en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamanında çıkardı.

 

Çok başarılı bir diplomattı. Otuz sene, Asya ve Avrupa’da bazen birkaç cephede savaş hâlinde bulunduğu günler oldu. Böyle zamanlarda düşmanlarının, kuvvetlerini birleştirmemenin, siyasi müzakereler, tavizlerle müttefikleri birbirinden ayırmanın yollarını bulurdu.

 

Geniş bir haber alma teşkilatına sahipti. Bu teşkilatı sayesinde düşmanlarının faaliyetlerinden günü gününe haberdar olur, hareketlerini değerlendirerek tedbirler alırdı.

 

Fatih, ordu ve donanmasını mükemmelen güçlendirmişti. Ordunun silahları birkaç senede yenilenir, eskilerinin yerine konurdu. Topçuluğa büyük önem vermiştir. Fatih’ten önce, top, bütün dünyada, daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için kullanılırdı. Büyük kaleleri yok edeceği ve meydan muharebelerinde rol oynayacağı hiç düşünülmemişti.

 

Fatih Sultan Mehmed bir taraftan teşkilat, teknik, askerî fetihler, imar ve iskan faaliyetleri kültür ve medeniyet hamleleri ile devletine asırlar boyu devam edecek bir süper güç olmanın yolunu açtı.

 

Doğu Türklerinin, Timur Han devri medeniyeti denilen, medeniyet hareketlerinin benzeri, Fatih devrinde Osmanlılarda yaşanıyordu. Fatih, Batı dillerinden bir kaçını bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü çok iyi takip etmiş, Türklerin her hususta Avrupalılardan üstün bulunması sebebiyle, Avrupa’dan bir şey alma ihtiyacını duymamıştır.

 

Matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerindendi. Bizanslı tarihçi Kritovulos’un hayranlıkla anlattığı, balistik sahasındaki keşifleri, Orta Çağ surlarını yıkmıştır. Bu suretle Avrupa'nın timsali olan derebeyi şatoları toplarla yıkılarak büyük devletler kurulmuş Orta Çağ son bulmuştur.

 

Fatih Sultan Mehmed, birkaç lisana vâkıf olup aynı zamanda şairdi. Serbest fikirli idi. Zaman zaman âlimleri huzuruna getirterek ilmî tartışmalar yaptırırdı.

 

İstanbul’u bir ilim merkezi yapmak için büyük gayret sarf etti. Şehri medreselerle donattı. Doğu ve Batı'nın âlimlerini etrafına topladı. Ayrıca âlim, derviş ve şairlerle şakalaşmaktan hoşlanır, hatta onların bazı garip görünebilecek tavırları ve sözlerini dahi müsamaha ile karşılardı.

 

Cenâb-ı Hakk’a bağlılığı her şeyin üzerinde idi. Şu beyti bunu çok güzel ifade etmektedir:

 

 

 

Kul olmakla övünürüm güzeller güzeli şaha,

 

O güzele boyun eğmek değer cihan şahlığına. 

 

 

Her bölüm başka fecaat!

 

 

Fatih Sultan Mehmed Han’ın hayatı gençlerimize ders ve ibretler sunacak örneklerle doludur.

 

Fakat hâlen gösterimde olan TRT1’deki Fatih dizisi, maalesef bu büyük hakanı tam tersi bir tarzda göstermeye devam etmektedir.

 

Olmayan hikâyeler olmayacak senaryolarla verilmekte padişahın şahsiyeti yok edilmektedir.

 

Bir sahnede Fatih Sultan Mehmed, minbere çıkmış dine imana hizmetten bahsediyor. Adaletten dem vuruyor. Siz hayranlıkla takip etmeye çalışıyorsunuz. Nitekim kılıcını cemaate göstererek şöyle sesleniyor:

 

“Bu kılıç Devlet-i Aliyye’nin kılıcıdır. Can almak için değil, zulmü durdurmak, zalime bend olmak için kınından çıkar. Ümmetin hakkını korumak, İslam’ın adını yükseltmek için kınından çıkar...” Evet Fatih’ten bu çarpıcı sözleri dinliyorsunuz!

 

Peki bir sonraki bölümde neler oluyor.

 

Sadece Evliya Çelebi’de geçen doğruluğu tartışmalı hatta mümkün görünmeyen bir hikâyeden yola çıkılarak Fatih Sultan Mehmed’e kılıcı çektiriliyor. Ardından padişah, çılgına dönmüş bir şekilde mimarbaşının kolunu çılgınca kesiveriyor!

 

Nerede bir hafta önceki o parlak nutuk, o âdil oluşunu haykıran muhteşem sözler? Hepsi tuzla buz oldu. İlk hadisede hepsi unutuldu. Nefsine yenik düşen, adalet değil zulüm icra eden bir Fatih geliverdi...  

 

Nerede kadıya müracaat? Nerede cezayı infaz edecek görevli? Hukuk ayaklar altına seriliverdi.

 

Evliya Çelebi, bu hikâyeyi Osmanlı adaletine bir misal gibi getirmiş ve kaynaksız delilsiz olarak satırlara dökmüş.. Güya mimarın elinin kestirilmesine karşı Fatih’in elinin kesilmesine karar veren bir hukuk anlayışı var demiş.

 

Evliya Çelebi’nin Mimar Atik Sinan’dan yaklaşık 150 yıl sonra yaşadığı ve seyahatnamesinde bazı rivayetleri veya halk arasındaki dedikoduları gerçekmiş gibi anlatması göz önüne alınarak bu anlatımın da 17. yüzyıldan beri var olan bir "şehir efsanesi" olduğu aşikâr.

 

Hikâyenin doğru hiçbir yanı olmadığı gibi hiçbir kaynakta da işareti yok. Ne Fatih’in Hristiyan bir mimarı var, ne de böyle mahkemeye sirayet etmiş bir dava var. Ne de Evliya Çelebi’de bu kesim işini bizzat Fatih’in yaptığını gösteren bir yazı var!..

 

Bu arada Mimar Atik Sinan’ın kimliği ile ilgili bilgiler de karışık. Ailesine dair bir bilgi mevcut değil. Babasının adının Abdullah olmasından hareketle İstanbul fethinin akabinde Müslüman olduğu ifade ediliyor.

 

Şurası ise muhakkak ki Sultan Fatih, külliyesinin inşasını emrettiğinde o, Müslüman Atik Sinan idi. Kendisini Rum diye ifade edenler bir gerçeğin daha üstünün kapanmasına sebep oluyorlar. Evet Fatih’in şahsiyetini aylardır yerlerde sürükleten TRT, sonunda Fatih’e cellatlık görevini de ifa ettirdi! Zulüm kapısını da sonuna kadar açtırdı. Yazık binlerce kez yazık!..

 

 

 

 

 

TEFEKKÜR

 

 

 

Bilmez ki sorsun, sormaz ki bilsin,

 

Bilse sorardı, sorsa bilirdi...

 

 

 

Ahmet Şimşirgil'in önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Vildan 2 Mayıs 2025 10:26

Allah razı olsun hocam sizden