Tarihte ilk minare, hicri 58 senesinde yapılmış... Minare yapılmadan önce, ezan mescitlerin dışında yüksek bir yerde okunurmuş... Hicrî 58 senesinden sonra yapılan câmilerde birer minare yapılması dinî bir vecibe hâlini almış. Minare her milletin mimari ve karakter anlayışına göre inşa edilmiş. Minarelere, üzerine çıkıp dönerek ezan okunmasına yarayan şerefeler ilave edilmiş...
Türklerde minare kültürü Selçuklularla birlikte başlar. Zamanla minareler şehirleri süsleyen ve ülkenin varlığını ispat eden estetik ve uhrevi bir yapı hâlini almıştır. Minare, en ahenkli ve en güzel şekline Osmanlılarda ulaşmıştır... Bu da mimari sanatının zirveye ulaştığı 16. Asırda Mimar Sinan zamanında ulaşmıştır. Kalem gibi göğe yükselen minarenin her bir kısmının ayrı bir ismi vardır... Minarenin temel kısmından başlamak üzere kürsî (kaide), pabuç (kürsîden gövdeye geçiş kısmı), gövde, şerefe, petek (şerefenin üstündeki gövde kısmı) külâh ve alem...
Anadolu’da bazı camilerde ahşap minareler de vardır ama genel olarak selatin camilerinde minareler tuğla ve taştan inşa edilmiştir. Dışarıdan bakıldığında da cami ile bütünleşmiş ve bir sanat eseri hâlini almıştır. Kiminin yüzeyi düz, kiminin boydan boya uzun asaba (şerit) süslemelidir. Minarelerin gövde ve petekleri, burmalı, yivli, oluklu olarak da yapılmıştır.
Minare, cami ile o kadar bütünleşmiştir ki minaresiz cami olmadığı gibi zamanla mimaride minarelerin boyları daha da yükselmiş gövdeleri incelerek zarafeti artmıştır. Öyle ki Edirne’de mesela Selimiye Câmii minareleri 70,89 m yüksekliğinde olup 3,80 m kalınlığındadır. Üç şerefesine de ayrı merdivenlerle çıkılmaktadır. Bu hâliyle 41,54 metre olan Şehzadebaşı Camii minaresinden de 63,80 m olan Süleymaniye Camii minaresinden de yüksektir.
Akif İnan İzgördü
Suya kertik atamadım
Suyu hiç ıslatamadım
Ellerime sahip çıktım ama
Gözlerimi kapatamadım
Dalında bıraktım gonca gülü
Kıyamadım koparamadım
Gökyüzü hep gürültülü
Şimşekleri tutamadım
Gül bahçesinde dolaştım
Güller ile selamlaştım
Koku aldım her birinden
El sallayıp vedalaştım
Sular hiç çentik tutmuyor
Gerçek seven unutmuyor
Gönül kalbe nöbet yazıp
Sabaha dek uyutmuyor
Al eline ıslak suyu
Yüzün yıka güzel uyu
Sevdalığın çilesinden
Tadacaksın ömür boyu
Süleyman suyu ıslatamaz
Güller asla susuz kalmaz
Aşka yelken açar gönül
Susuz olmaz aşksız olmaz
Süleyman Usta Espiye-Giresun
Dışarıda bahar geldiyse elbette içimizde de bahar saklıdır. Fakat doğanın tüm hayat döngüsü yavaş ve derindendir. Hatta boşuna demeyiz ‘bir çiçekle bahar gelmez’ diye...
Baharın kışın sonunda başlayan bir hazırlıkla ortaya çıktığını doğaya dikkat kesildiğimiz zaman çok net fark ederiz. Bahar yoğun faaliyetler içine girmeye kendimizi zorlayacağımız değil aksine doğadaki yavaş, derinden ve fakat çok canlı olan hayata şahitlik etmek için bulunmaz bir fırsattır. Bahar yorgunluğuyla daha az hareket ediyorsak ve tedavi edilmesi gerekmeyen herhangi bir sağlık sorunumuz olmadığından emin isek bedenimiz bize tam da ihtiyacımız olan şeyi hediye etti demektir. Çünkü daha az hareket etmek eğer bunu bilinçli bir şekilde yaparsak dinginleşmenin de yolunu açacaktır. Dinginleşme de hayatı derinden hissetme hâlidir. Çünkü insan ancak dingin kaldığında fark edebilir. Koşturma içindeyken, yoğun faaliyet içindeyken bir şeyler yapıyor gibi gözükse de pek çok şeyi kaçırabilir.
[https://www.turkiyehastanesi.com]
Yetenekli Kalemler'de önceki yazılar...